FOTOĞRAF SERGİSİ: YOLCULUKLAR
01.03.2021
14.07.2021
Ziyaret için randevu zorunludur : kultur.izmir@ifturquie.org
Ferrante Ferranti
Pazartesi – Cuma arası 10:00 – 18:00
Ziyaret için randevu zorunludur : kultur.izmir@ifturquie.org
1960 yılında Sardinyalı bir anne ve Sicilyalı bir babadan doğan sanatçı Paris’te yaşamaktadır. Fernand Pouillon’un «Vahşi taşlar » adlı kitabından büyülenen Ferrante Ferranti Toulouse’da mimarlık eğitimine başlar ve Barok döneminde tiyatrolar ve senografi üzerine diplomasını alarak 1985 yılında Paris-UP6’dan mezun olur. Belle-Île-en-Mer’de dalga adındaki ilk fotoğrafını 18 yaşında çeker.
2005-2011 yılları arasında Artois Üniversitesi’nde İspanyol medeniyeti profesörlüğünden sonra 2015’ten bu yana Angers Katolik Üniversitesi’nde eğitim vermektedir. « Fotoğrafı yorumlamak » (Bréal yayınları, 2002) adlı kitabın yazarı olan Ferrante, 2004 Guatemala, 2009 Endonezya, 2010 Bükreş, 2010 Sırbistan’da, 2014’ten bu yana ise Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde fotoğraf atölyeleri gerçekleştirmektedir.
2009-2010 yıllarında Ecouen Şatosu Rönesans Müzesi’nde Garges-lès-Gonesse ve Sarcelles liselerinde ve 2017’de İstanbul frankofon liselerinde « Ecritures de lumière » adlı yazı atölyeleri gerçekleştirmiştir. 2008 ve 2010’da Philippe Rey yayınlarından çıkan « Orta Doğu», « Halep İç Kale Sarayı » ve « Beyrut Sursock Sarayı » kitapları için fotoğraf sanatçısı Mathieu Ferrier ile işbirliği yapar. Gezgin fotoğrafçı, 35 yıldır yazar Dominique Fernandez ile birlikte kendisini Bolivya’dan Sibirya’ya İtalya’dan Suriye’ye barok ve medeniyetlerin farklı sınıflarını keşfetmeye adamıştır.
2013 yılında, Avrupa Fotoğraf Evi sanatçının « Yolculuklar » adlı ilk retrospektifini düzenler ve bu sergi 2015 yılında, Bordeaux deniz altı üssünde tekrar sergilenir. 2017 sonbaharında « Paris şehrinin müzeleri » ve 2020’nin sonbaharında « Yüz(ler), şansların eşitliği için savunma – Madde 1 » adlı sergilerini Paris Büyükşehir Belediyesi’nin ön bahçesinde gerçekleştirmiştir.
YOLCULUKLAR
Truva Savaşı olmuş mu olmamış mı, pek de önemli değil benim için! İlyada yeniyetme düş dünyamı biçimlendirdi, Odise de söylence birikimimi beslemeye devam ediyor.
Kurnaz Odisseus’un Kikonlara ziyaretiyle Lotofajlar (=Lotüs yiyenler) ülkesinde karaya çıkması arasında yaptığı deniz yolculuklarını Homeros’un anlatmayı unuttuğu görüşündeyim hâlâ. Çevirmeni Victor Bérard, fotoğrafçı Frédéric Boissonas ile birlikte, 1912 yılında gezgin denizcinin İthaki’ye dönüşüne dek dümen suyunu izledi; Homeros’un unuttuğu bu menzillerin yerini, Truva’nın tam karşısındaki kıyıda bulunan İsmaros ve bugünkü Tunus’un hemen açığındaki Cerbe adası olarak belirledi. Fakat muzaffer kahramanın, Peloponez’in güney ucundaki Male burnunu geçmeden önce, başarılarını Efeslilere anlatmak için Küçük Asya kıyıları boyunca gittiğini ve efsanevi destanda adı geçen savaşçılarını onurlandırmak üzere yolculuğunu Termessos’a dek uzattığını düşünmemize hiçbir engel yok.
1980’de,Odise’nin başlangıcındaki Telemakos’un yaşı olan yirmi yaşımda, keşif yolculuklarıma başladım. Baba tarafından köklerimin peşinde ilkönce, Kiklop’un tek gözünü kör ettiğinden Poseidon tarafından lanetlenen Odisseus’un serüvenlerle dolu güzergâhının, yoldaşlarının kutsal inekleri yemesine engel olamadığı için tek başına dolaşmalara dönüştüğü “Güneş Ülkesi” Sicilya’ya gittim.
Ardından hiç durmadan Apollon’a adanmış tapınakları –Bassae, Delf, Delos ve benzeri- görmek üzere Yunanistan’a gittim. Daha o zamandan Büyük İskender söylencesi ve İmparator Hadrianus’un tutkularına duyarlıydım.
Mısır düşü, 1981 yılı güz gündönümünde, Ebu Simbel tapınağının tanrılar odası, güneşin karanlıklara karşı utkusunu ululamak için ancak birkaç dakika ışıl ışıl aydınlandığında somutlaştı. Bu benim ışıkla vaftiz edilmem oldu, bundan böyle fotoğrafçı olacaktım artık. Kahire’de, İbni Tulun Camii’nde İslam sanatına da gözüm açıldı.
Doğu’ya rampa etmenin zamanı gelmişti. Aynı yıl, Çanakkale Boğazı ve Altın Boynuz’un, Pamukkale ve Bizans’ın; Pierre Paolo Passolini’nin Medea’sı için seçtiği yörelerdeki mağaraların düşlerini kurarak Türkiye’ye geldim.
Beceri yetersizliğinden pek de başarılı çıkmamış ve zamanın etkisiyle sararmış renkli fotoğraflarda donup kalan o zamanki bakışlarım, Sinan’ın minareleri ve Topkapı köşkleri, kuşların konup kalktığı kervansaray kubbeleri ve Kapadokya freskleri karşısında duyduğum hayranlığı yansıtıyor. Yolculuğum sırasında İncil’den sahneler göründü gözüme ve melezleşmiş bir ulus keşfettim. Ankara’da, tepelerde birbirinin üstüne yığılmış evler kalabalığıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün Anıtkabir’inin görkemli yalnızlığının oluşturduğu çelişkiden allak bullak oldum.
Yeni bir lirik ozanın beni Doğu’ya yönlendirmesi için 1997 yılını beklemem gerekti. Bir Hindistan aşinası olmuştum ve ipek yollarında yürümeyi düşlüyordum, ancak menzillerin anlatısı yoktu elimde. Nicolas Bouvier çıkageldi yaşamıma, Dünyanın Kullanma Kılavuzu keşif gezilerimin el kitabı oldu. Bana göre zaman ve mekân dışında yolculuk yapanın mutluluğunu hiç kimse, onun Erzurum yakınlarında yaptığı gibi anlatmayı becerememiştir.
Persepolis’ten Tebriz’e İran’da, sonra Afganistan’da onun izini sürdüm; Afganistan’da iki “Kabil Perşembeleri” gerçekleştirmek ayrıcalığım oldu. O zamanlar, 1954’te, ne acıdır ki bugün artık var olmayan özgür serüvencilerin de katıldığı “Yurdundan ayrılmışlar”ın buluşmalarıydı bu “Kabil Perşembeleri”. Külüstür Fiat Topolino’sunun karoserine yazdırdığı Mevlâna dizeleri Bouvier için pasaport değerindeydi.
Bamiyan Buda heykelleri epeyden beri un ufak edilmiş halde ama Ruh, Asya’nın en uzak köşelerinden gelmiş keşiş, hacı ve tüccarları barındırmış olan bu mağaralar üzerinde süzülüyor hâlâ. Komutan Mesut’un yurtluğu terk edilmiş durumda, fakat eyerli atlar, Mahşerin Atlıları’nın atları gibi, Bend-i Emir gölünün donmuş kıyılarında hâlâ başıboş dolaşıp duruyor.
Yolculuklarımı, İran sınırı yakınlarındaki Tatev’den Haghpat’a, keşiş-şair Sayat Nova’nın manastırına dek Ermenistan’a; Svaneti’nin arkaik kulelerinden Davit Gareja’nın Azebaycan ovalarına yukarıdan bakan, kayalara oyulmuş odalarına dek Gürcistan’a; Hive’den restore edilmiş kalıntıların ticaretin beslediği yerlerin görkemini yansıttığı Buhara’ya dek Özbekistan’a uzattım.
2008 Yılında, serüvenlerle dolu yolculuklarım, doğduğum ülke Cezayir’de tamamlandı; Akdeniz ülkelerinin tümünün kıyılarına rampa etmiştim. Bir on yıldan beri her yıl Türkiye’ye geliyorum. Fırat kıyılarında canlanan ya da Anadolu ve Büyük Yunanistan’a (=İtalya’nın güneyi) yayılmış olan anılar peşindeyim hâlâ.
Keşifler, arkeolog Jacques des Courtils ile birlikte, eşsiz fakat az bilinen bir dünya mirasına saygı olarak yazdığımız Antik Türkiye’ye Yolculuk’un yayınlanmasına yol açtı. İzmir’de forumun kemerleri ve kolonları Smyrne’in gücünü çağrıştırıyor; Hiérapolis’in revakları Pers minyatürleri seriyor gözler önüne; Sardes’te sinagog Artemis tapınağıyla yan yana duruyor. Zeus’un hayaleti Labranda kayalıklarında, Praksitel Venüs’ününki de Knidos’un taşları üzerinde geziniyor. Efes’te Bakire Meryem’in evi ziyaret ediliyor ve sayısız Hıristiyan kalıntıları Likya, Lidya, Karya kıyılarının; Suriye’deki Saint-Siméon kalıntıları ile Yunanistan’daki Athos dağı yarlarına karşılık verircesine, ne kadar önemli birer ibadet ve çilecilik mekânları olduklarını anlatıyorlar.
– Noel Baba söylencesinin hâlâ capcanlı yaşadığı – Mira’dan başlayarak karalara yaptığım çıkarmalar, çatışmaların ötesinde Doğu ile Batı’nın kavşağındaki bu toprakların manevi zenginliklerinin önemini tam olarak anlamamı sağladı. Göbeklitepe’de ören yerine girmeme izin vermediler ama Adıyaman nekropollerinde yapılmış olan cenaze törenlerinin yankılarını görür gibi oluyor sanki insan; Nemrut Dağı’ndaki eski Yunan yazıtları, tanrı Apollon’u Pers tanrısı Mithra ve Ermeni tanrıçası Anahit ile birleştiren Büyük İskender’in fetihlerinden ortaya çıkmış bir kralın öyküsünü anlattı; İbrahim peygamberin doğum yeri kabul edilen Urfa’da Cuma namazına tanık oldum. İstanbul’da Lazaris liselerdeki görevlerim de açık fikirliliği özendirip desteklemenin ne kadar önemli olduğunu kanıtladı bana.
Denizciler, kendisi de Truva’dan çıkıp gitmiş olan Aineias’ın dümen suyunu izleyip yurtlarından uzaklara yerleştiler ve Apollon’dan geleceğe ilişkin haberler almak umuduyla kâhinlere danıştılar. Didim’de, parlak mermerle yapılmış koridorlar; Yunan dünyasının göbeği olan Delf ’teki kadın kâhinin ve Misène burnu yakınlarında, Vezüv’den pek de uzak olmayan Cumes’ün Apollon rahibesi Sibylle’in mağaralarının karşılığı oldular.
Bu yolculukların güzergâhını mitolojik yerlerle tapınaklar, mermer Gorgon ve hermafrodit yontuları, ikonlar ile grafitiler, dikilitaşlar ile minareler, Yunan sütun başlıkları ile Bizans kubbeleri arasındaki görünüm yankılanmasından hareketle belirledim. Bana göre gezginler ile kuşlar kendi aralarında, yazısı silinerek üzerine başka yazılar yazılmış bin yıllık parşömene benzeyen tarihsel kalıntıların katmanlarını ortaya çıkarmak amacıyla söyleşiyorlar. Uygarlık ve bağdaştırmacılıkla yoğrulmuş bir toprağın ufukları sınırsızca genişliyor ve göksel, sonsuz görkemlerle parıl parıl parlıyor.
Ferrante Ferranti, 2020