MARSİLYA FİLM FESTİVALİ İZMİR’DE

Institut français Izmir
29.03.2023
01.04.2023

FIDMARSEILLE işbirliğiyle

29 Mart – 1 Nisan

Marsilya ve İzmir şehirlerinin tarihsel bağına vurguda bulunmak üzere ve sinema alanındaki işbirlikleri çerçevesinde, Fransa’nın en önemli uluslararası festivallerinden biri olan FIDMARSEILLE – Uluslararası Marsilya Film Festivali’nde geçtiğimiz yıl yer alan filmlerden oluşan 9 filmlik seçki, İzmirli sinemaseverlerle buluşacak.

Gösterimler ücretsizdir.

“Institut français Izmir, Uluslararası Marsilya Film Festivali’nin geçtiğimiz yıl Temmuz ayında gerçekleşen 33. edisyonundan bir seçkiyi, İzmirli sinemaseverlerle buluşturuyor. 

2022 yılındaki festivalde sunulan 130 film arasından seçilen filmler, türlerden ve modellerden bağımsız yapımların yer aldığı bu öncü festivalin ruhunu ve canlılığını yansıtmak üzere İzmir’de gösterilecek.

Kısa ve uzun filmlerden belgesellere, hatta yaz romantizmine kadar uzanan film içerikleriyle FIDMarseille, yeni anlatımları, bakış açılarını ve üretim akımlarını ve bunun sonucunda dünyanın şiddetine olduğu kadar güzelliklerine de merakla ve endişeyle bakan bir sinema fikrini savunan bir festivaldir.”  Tsveta DOBREVA, Uluslararası Marsilya Film Festivali, FIDMarseille Direktörü.

 

PROGRAM:

29 Mart Çarşamba

17.00 Site of Passage (7)  / Ibiza’da Ölmek (107)
19.00 Ptitsa (31)  / X14 (78)

30 Mart Perşembe

17.00 Sappukei (19) / A Woman Escapes (81)
19.00 Welcome (18) / Kristina (90)

31 Mart Cuma

15.00 Sappukei (19)  / X14 (78)
17.00 Ben de Siyaseti Seviyorum (58)  / Welcome (18) (Yönetmenin katılımıyla)
19.00 Site of Passage (7)  / A Woman Escapes (81) (Yönetmenin katılımıyla)

1 Nisan Cumartesi

15.00  Ptitsa (31)  / Ben de Siyaseti Seviyorum (58)
17.00 Kristina (90) (Yönetmenin katılımıyla)
19.00 Ibiza’da Ölmek (107) (Yönetmenin katılımıyla)

FİLMLER:

İBİZA’DA ÖLMEK (3 YAZ SÜREN BİR FİLM)
Yönetmenler Anton Balekdjian, Léo Couture, Mattéo Eustachon
Oyuncular Lucile Balézeaux, César Simonot, Mathis Sonzogni, Alex Caironi
Fransa / 2022 / 110’

25 yaşındaki Léna eski tatil aşkı Marius’la bir araya gelmek için ağustosun sonunda Arles’a gelir. Fakat Marius bir türlü gelemez. Léna onu beklerken mevsimlik fırıncı Maurice ve onun arkadaşı sevimli gladyatör Ali ile tanışır. Marius nihayet gelince tesadüflerin ve spontane bir hınzırlığın birleştirdiği bu dört kişi, takip eden iki yaz mevsiminde Étretat ve İbiza’da tekrar bir araya gelirler. Film teklifsiz ve rahat bir tavırla uzatmalı yazların sihrini damıtıyor, serseri aşkların cazibesini güneşli bir atmosferde canlı ve parlak renklerle resmediyor. Yönetmenler, cilveleşme varyasyonları yaratmaktan zevk alan Yeni Dalga Fransız sinemasına has motiflerle oynuyor. Dört şen şakrak oyuncunun yorumladığı diyaloglar, küçük ve büyük tasalar arasında kalmış bir gençliği gözler önüne seriyor: Çocuk sahibi mi olmalı? Denize mi açılmalı? Kalbinin sesini mi dinlemeli? Üç delikanlı arasında kendine bir yol çizen Léna, ne yaptığını ve nereye gittiğini bilen tek kişi. Jacques Rozier’nin izinden giden “İbiza’da Ölmek” deniz havası ve tuzlu su serpintisi kokuyor. Manş Denizi ile Akdeniz arasındaki mavi tonlarının en güzellerine bürünmüş olan deniz filmin her yerinde: Kâh kaçış yönü, kâh fethedilecek coğrafya, kâh çekip gitme umudu. Film daha ziyade karakterlerin özgün sohbetlerine ve yeteneklerine bel bağlasa da diyaloglar yavaş yavaş yerini şarkılara bırakıyor. Yönetmen üçlüsü hiç de ürkek davranmayıp müzikal komedilere has dinamiği yakalamış, seyahatin tattırdığı duyguları çok iyi anlatan şarkı sözlerini diyaloğun yerine koymuşlar. “Hiç geri dönmemişliği bir türlü sona ermeyen” feribotun küpeştesine yaslanmış Léna gibi biz de, gözlerini ufka dikmiş bu taptaze eseri heyecan ve lezzetle keşfediyoruz. (Louise Martin Papasian)
İLK FİLMLER YARIŞMASI → ÖZEL MANSİYON
MARSİLYA UMUT ÖDÜLÜ / AIR FRANCE HALK ÖDÜLÜ / AVRUPALI LİSELİLER MAVİ TATİLLER VAKFI ÖDÜLÜ

BEN DE SİYASETİ SEVİYORUM
Yönetmen Marie Voignier
Fransa / 2022 / 58’

Marie Voignier, komünizm sonrası Doğu Almanya (Hinterland, FID 2009) ve Afrika (L’hypothèse du Mokele Mbembé, FID 2011, Tinselwood, FID 2017) gibi hayalin, tarih katmanlarının, güncel meselelerin iç içe girdiği diyarlara dikkat çektiği filmlerine “Ben de Siyaseti Seviyorum” ile devam ediyor. Sınırların açık duracağına kapalı kaldığı, geçitten ziyade duvar ve tıpa hâline geldiği bir dönemde yakınımızdaki bir sınıra gidiyoruz. Nice’e yukarıdan bakan tepelerdeki Roya Vadisi’nde, Fransa’yla İtalya arasında kalan bir yer burası. Giriş: Uzaklarda bir köprü. İki siluet. Üç beş kelam. Burada meselenin karşılama ve selamla olduğunu anlıyoruz. Peki ya konukseverlik? O kadar kolay değil. Mesele, karşılayanlara rahat konuşacakları bir ortam ayarlamak, başkaları ve kendileri için nelerin tehlikede olduğuna dair fikir yürütmelerini sağlamak. Kelimeler kadar jest ve mimikler de önemli. Eylemlere eşlik eden, derin anlamlar barındıran sözler bunlar. Mesela meyve bahçesiyle meşgul olurken bahçesini de yerküre gibi paylaşmaktan dem vuran adamın söyledikleri. Veya üç genç kadını nasıl taşıdığını direksiyon başında anlatan gönüllünün sözleri. Bir tanıklıktan ötekine geçe geçe, coğrafyaya ve harekete dair bir film gelişiyor. Konu, içimiz varsaydığımız yerle sarsıcı dış dünya arasında gidip gelmeye bizi sevk eden şeyler. Dolayısıyla çekimler ısrarla araç içinde veya araç içinden. Keza, trenlerden ve hazırlanmış odaların camlarından çeşitli manzaralar görüyoruz. En can alıcı “açı – karşı açı” sahnesinde, gönüllü olmuş Sudanlı mülteciler arasında geçen konuşma filmin mesajını vurguluyor. Sınırlarla, kayan pozisyonlarla, sondaki diyaloğun gösterdiği üzere iptal edilen aceleci görevlendirmelerle oynanan bir oyun. (Nicholas Feodoroff)
ULUSAL YARIŞMA

X14
Yönetmen Delphine Kreuter
Oyuncular Lucie Cure, François Ardouvin, Denis Lavant, Jeanne Balibar, Daniel Horn, Emmanuel Salinger, Florence Thomassin.
Fransa / 2022 / 78’

30’lu yaşlarındaki Liz, Paris’in bir banliyösünde kedisi ve evcil robotuyla yaşar. Barışçıl bir Voltran’la Studio Ghibli işi koruyucu yaratık karışımı X14, Mohikan tarzı saçı ve mavi LED gözleriyle evden sorumludur. Müziksever, şefkatli, birazcık da kıskanç bir robottur. Liz uzun boylu, ince yapılı, beyaz tenli, duru bakışlıdır. Yapay kalple yaşar, pek umudu olmasa da organ nakli bekler. Kendisi bir siborg prensesidir ve (gerçek bir) kalp sorunu vardır. Belalı dişi kahramanımız mini şort, siyah naylon çorap, kapüşonlu sweatshirt giyer. Vücuduna sarılı pillerden ibaret elektronik cephanesini üstünde taşır. Gündüz Lara Croft, gece Fantomette edasıyla dolaşır. Duygularını fazla karıştırmadan Tinder’dan sevgilileri sıraya dizer, acısıyla tatlısıyla hayatı yaşamaya çalışır. Liz ile X14’ün gayet düzenli gündelik hayatları Harvey’in gelmesiyle altüst olur. 30’lu yaşlarındaki bu deli dolu, romantik, yakışıklı prens, hasta prensesinin yakınında olmaya karar vermiştir. Peri masallarının anlatım tarzını örnek alan X14 filmi, olay örgüsünü güçlü ve trajik kadın kahraman ile renkli yardımcı karakterler etrafında kuruyor: Ruhani yolculuğa çıkmış kaçık komşuyu, telefon ekranından darlayan anneyi, şevk dolu astımlı cerrahı Denis Lavant, Jeanne Balibar ve Emmanuel Salinger enfes şekilde canlandırıyor. Hakkı verilmiş bir lo-fi estetiği, yerinde duramayan bir kurgu tarzıyla birleşince Delphine Kreuter’in kamerası döneniyor, sağa sola çarpıyor, kâh robotu gösteriyor, kâh robotun gözünden gösteriyor. Paris’in boz renkli kenar mahallelerinde oradan oraya dolaşıyoruz. Konsantre yaşam enerjisi durumundaki X14 filmi şaşırtıcı olduğu kadar patlayıcı da. Nitekim kadın kahraman, Ejder Topu’ndan çıkıp gelmiş Kamehame Dalgası misali bir alev topu fırlatarak filmi tüyler ürpertici güzellikteki finaline taşıyor. (Louise Martin Papasian)
ULUSAL YARIŞMA

KRISTINA
Yönetmen Nikola Spasic
Oyuncular Kristina Milosavljević, Marko Radisić, Jelena Galović, Zvonimir Pudelka
Sırbistan / 2022 / 90’

Kristina Sırbistan’da seks işçiliği yapan bir transseksüel. Kendi adını taşıyan filmde, kurmacanın kuralları çerçevesinde vakar içinde kendini canlandırıyor. Evinde onunla beraberiz. Bahçesindeki lüks, barok gölgeliğin altında, akla ziyan bir zarafetle ikebana aranjmanları yapmaktan büyük zevk alıyor. Fakat telefonunun şaşırtıcı derecede kulak tırmalayan zili bu kusursuz manzarayı berbat ediyor. Kristina telefondaki kişiye hizmetlerinin tarifesini ilan ediyor. Takip eden planlarda, Kristina’ya yaraşır derecede zarif bir iç mekândayız. Elinde zarafetle kullandığı koca bir yelpaze, Kristina müşterisini bekliyor. Müşteri gelince kendinden emin ve buyurgan bir edayla ona ayakkabılarına çıkarmasını, duş almasını söylüyor. Yaşantısındaki vakar ve incelik, mesleğine ilişkin bütün önyargılarla çelişiyor. Filmin karakteri de kahramanının karakterine paralel. Onunki gibi sakin bir tavır takınıyor, dingin bir hükümranlıkla ilerliyor; merkezinde Kristina’nın yer aldığı ikonalar serisi gibi kusursuz tasarlanmış kare ve kompozisyonlardan meydana gelen sahneler ardı ardına sıralanıyor. Kristina inançlı. Evinde küçük bir haçı koyacağı en münasip yeri ararken telefon bir kere daha araya giriyor. Nikola Spasic aradaki gerilimi bu şekilde ortaya koyuyor. Zira dinsel ve toplumsal yerleşik kanaatlere göre Kristina’nın inancını yaşama imkânı, yürüttüğü faaliyetle taban tabana zıt. Kilise ve ormanların gözden ırak sükuneti içerisinde bir iç yolculuğun izini süren film, Kristina’nın hikâyesini anlattığı cepheden çekimler aracılığıyla sinesinde bir itiraf alanı da açıyor. Bununla beraber tövbe yolunu işaret ettiği söylenemez. Aksine, semaviliğe göz kırpan put kırıcılardan esinlenmiş fırça darbeleriyle cüretkâr bir portre çizerek modern bir kadının derin özgürlüğünü ustalıkla ortaya koyuyor. (Claire Lasolle)
İLK FİLMLER YARIŞMASI → BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ

A WOMAN ESCAPES / GİDİŞ O GİDİŞ
Yönetmenler Sofia Bohdanowicz, Burak Çevik, Blake Williams
Oyuncular Deragh Campbell, Blake Williams, Burak Çevik
Kanada – Türkiye / 2022 / 81’

“Bu gerçek bir hikâye. Size olduğu gibi anlatacağım, süsleyip püsleyerek.” Audrey Benac karakterinden işittiğimiz “A Woman Escapes”in köşe taşı durumundaki bu söz, Robert Bresson’un yönettiği “İdam Mahkumu Kaçtı” (A Man Escapes) filminin meşhur giriş cümlesinden aşırılmış. Sofia Bohdanowicz’in yalnız ve kederli alter egosu Audrey, yeni vefat etmiş arkadaşı Juliane’ın Paris’teki dairesinde ruh gibi dolanmaktadır. İstanbul manzaraları eşliğinde Burak’ın tok sesi yanlışlıkla teslim alınmış bir koliden bahseder. Blake adında birinin Audrey/Sofia’ya göndermeye niyetlendiği küçük bir 3D kamera söz konusudur. Genç kadının gazlayıp giden bir otobüs içindeki görüntüleri yalnız yazışmanın başlangıcına değil görüntülerin, seslerin, rüyaların trafiğini itici güç olarak kullanan filmin de başlangıcına damgasını vuruyor. Stereoskopik çekimlerin, 16 mm’lik filmdeki kumlanmanın, 4K görüntülerin harmanına üç kişinin sesleri karışıyor. Audrey’in pişirdiği örgü ekmek misali örülerek eklemlenen bir diyalog söz konusu. Filmin başında ilan edildiği üzere A Woman Escapes, Bressonvari sadelikten uzak durup kendi anlatısına ait süslere; yani ters köşelere, kandırmacalara, bol keseden renk ve imgelere sıkı sıkı sarılıyor. Blake’in Audrey’e yolladığı ilk mektupta da görüldüğü gibi, yazboz tahtası ruhu taşıyan bu filmin mantığı, alıntı ve tekrar esaslı. Nitekim mektupta betimlenen Nam June Paik’in “Film İçin Zen” filmi de ham pelikülün üstünde biriken tozdaki artış ve değişimler ölçüsünce devamlı surette yeniden icat edilen bir eser durumunda. Morun bütün tonlarını kapsayacak şekilde maviden kırmızıya (3D gözlük renkleri) dönen yazılarıyla, Juliane’ın ilk sahnedeki hareketlerini son sahnede Audrey’in tekrarlamasıyla A Woman Escapes, sinemayı iyileşme manifestosuna çeviren bir yol çiziyor. (Louise Martin Papasian)
ULUSAL PLASTİK SANATLAR MERKEZİ (CNAP) ÖDÜLÜ → ÖZEL MANSİYON
ULUSLARARASI YARIŞMA → ÖZEL MANSİYON

WELCOME
Yönetmen
Jean-Claude Rousseau
Fransa / 2022 / 18’

“Keep in Touch”tan 35 yıl sonra, Jean-Claude Rousseau’nun sinemacılığı Carl Andre ile Hollis Frampton’un şehrine geri döndü. Adeta “Arka Pencere”nin minyatür bir yeniden çekimi, fakat bu New York versiyonu. “Arka Pencere”nin minimalist bir New Yorklu sanatçının elinden çıkmış hâli. Pencere neredeyse kadrajın bütününü kaplıyor, fotoğrafçıysa ortalıkta görünmüyor. Dikizcilikle hiç ilgisi kalmamış bakış, birbirine özdeş sayısız pencereyle bezeli kırmızı tuğla cephenin üstüne kelebek misali konup konup kalkıyor. Camların üzerinde veya odaların derinlerinde hayat akıyor, duruyor, geri dönüyor, ama daima erişilmez kalıyor. “De Son Appartement”ın (2007 FID Büyük Ödülü) yönetmeni, sabit ve değişmez kadraj gibi mutlak bir sadeliği en üst derecede duyarlı ve sevgi dolu düzenlemeleriyle harmanlayarak kendi çeşitleme sanatının zirvesine çıkıyor. Işık varyasyonları günün saatlerini yılın veya hayatın mevsimlerine dönüştürüyor. Pencere pervazında eşyalar bir belirip bir kayboluyor. Bir karton rüzgâr vurdukça çırpınıyor. Fauré’nin kuintetinden alınmış cümle, sonsuz bir duanın nakaratı gibi geri dönüyor. Parlak siyah pervaza yerleşmiş üç camlı pencere, en nihayet mihrap kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Diz çökerek yanaşılan bir yer değil burası; daha ziyade pencerenin öte veya beri tarafının varlığı veya yokluğuna kendi kaptırmış, korkudan yahut heyecandan titreyen bir elin işaretler yaptığı bir mekân. Sonra adam oturuyor ve mihraptaki tabloya bu sefer kendi görüntüsü kazınıyor. Uzaklaşan bir yansıma bu, ortadaki cama düşen hayaletvari bir otoportre. New York yok artık. Adamsa hayal meyal var. “Welcome”, geçip gitmiş bir şehre ve maziye edilen vedanın, sunulan saygının töreni. Başlıktaki paradoks, film suretindeki bu bilmecenin ifadesi: Bu vedanın içerisinde “hoş geldiniz” diyen kim? Nereye buyur ediliyoruz? Mihrap-pencere neyin eşiği durumunda? Vertigoya dikkat! (Cyril Neyrat)
FLAŞ YARIŞMASI

SAPPUKEI
Yönetmen Chun Wang, Hikky Chen
Tayvan / 2022 / 19’

Saygon’da mevsim yaz. Japon yönetmen film çekmek için hazırlık yaparken başrol oyuncusu ortadan kaybolur. “Buyurun, Çun Wang ile Hikky Çen’in filminin özeti bu kadar” demek mümkünse de Sappukei bundan çok daha ötesi: Aynı zamanda define avı oyunu, hayalet filmi, yaratılış üzerine tefekkür, yolculuk daveti… Bu gölgelerin izini sürüp; erkek oyuncu yüzünü bile göstermeden ortadan kayboluyor, kadın oyuncuysa yalnız sesiyle mevcut; akustik gitarın tatlı namelerini dinlerken, geride kalan boşluklar arasında melankolik ve zikzaklı bir anlatı gelişiyor. Yokluğun filmi nasıl çekilir? Boşluklarla oynayarak. Yönetmen ikilisi setleri yeniden anlamlandırma oyunu oynuyor. Ortadan kayboluşu, insan varlığından tamamen arındırılmış boş planlar yardımıyla ortaya koyuyorlar. Dans stüdyosunun uzak köşesinde bir kapı esrarengiz şekilde aralanıyor, nereden çıktığı belli olmayan bir şişe merdivende kırılıyor, demir yolu makasının ortasında beyaz bir eşarp uçuyor. İki hayaletin varlığını şurada burada hayat edip etmemek izleyiciye kalmış. Veya isterlerse gizlice çekilmiş isimsiz bedenler üstündeki etkilerini takip edebilirler. Kurmacayla belgesel, tahminle hakikat, geçmişle şimdiki zaman arasında yine boşluklar devreye giriyor. Sanki Sappukei “yokluklara rağmen yaratmaya devam etmeliyiz” mesajı veriyor, bilgilendirdiği kadar şüphe de uyandıran gizemli hareketler yapmak gerekse bile. Tıpkı birbirinin aynısı iki dikdörtgen tahtayı ekranın ortasında birleştirip bir ışık hâlesi ortaya çıkaran iki el gibi. Sinemanın verdiği imkânları konu alan film, görüntü ve seslerin çağrışım gücü aracılığıyla görünmeyeni davet ediyor, bizi açık fikirli olmaya çağırıyor. Başta şu yazıyı okuyoruz: “Kadın, son tahlilde her şeyin zaten tamam olduğunu ve sadece keşfedilmeyi beklediğini ancak gittikten sonra fark etti.” (Louise Martin Papasian)
FLAŞ YARIŞMASI → FLAŞ YARIŞMASI ÖDÜLÜ

PTITSA
Yönetmen Alina Maksimenko
Polonya, Ukrayna / 2022 / 31’

Kiev’de savaş ihtimali hâlâ hayal gibi gelmektedir fakat pandemi bir anneyle kızını eve hapsetmiştir. Piyano hocası olan anne, derslerini mutfak masasında telefondan verse de tutkusu ve müşkülpesentliği aynen devam eder. Evin öteki ucunda da kızının stüdyosu vardır fakat o kamera yerine fırçalarını kullanır. Ptitsa, Rusçada kuş demek. Karlı pencere pervazlarında kışa göğüs geren kuşlar bunlar. Ukraynalı ressam Alina Maksimenko ilk filminde, annesiyle oluşturdukları ikiliyi model alarak dört duvar arasında çifte bir portre ortaya koyuyor. Her türlü narsizmden azade bu gayret, kayıplar ve sonlara dair dokunaklı bir meditasyona dönüşüyor. Anlatı iki diyalog arasında gidip geliyor. İlki Alina’yla annesi arasında. Ayrı düşeceklerinden dolayı ikisinin de kafası meşgul zira Alina evden ayrılmaya karar vermiş. Diğeriyse Alina’yla trafik kazasında kızını kaybeden arkadaşı İnna arasındaki telefonlaşmalar. Kişi sevdiği insanın kaybına nasıl göğüs germeli? Bir sona nasıl katlanmalı? Her şey yıkılıp gitmişken nasıl ayakta kalmalı? Kimsenin vaaz vermek gibi bir hevesi yok ama Alina Maksimenko filminin kalitesi, hatta güzelliğiyle bir model sunuyor, oluşan boşluğu aşacak bir devamlılığın, bir yenilenmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Bunu öncelikle sözle başarıyor, kelimeleri ölçüp biçip gönülden konuşuyor. Nitekim Ptitsa’nın her anında mucizevi şekilde mevcut olan bir şey bu. Dahası, verdiği sanatsal emekle başarıyor, dışarıdaki kaosa direnen formları özenle ve titizlikle şekillendiriyor. Yönetmen filmini ortaya koyuyor, tablo yapan ressam misali planlarını tertipliyor. Tek başına. Evin duvarlarının, camlarının şeffaflık ve matlığını sabırla düzenleyerek. İmgenin yüzeyinin altındaki derinliği kucaklayarak. (Cyril Neyrat)
FLAŞ YARIŞMASI

SITE OF PASSAGE
Yönetmen Lucy Kerr
Oyuncular Reese Taylor, Presley Alexander, Loren Hanson, Madelin Wilson, Hannah Lee, Rachel Withers.
ABD / 2022 / 7’

Mırıldayan sesler bir kızın öldüğünü ilan eder. Etrafında diz çökmüş ergen kızlar pür dikkat ona bakarlar. Ve fısıltı yine başlar, kızlar hep bir ağızdan tekrarlar: “Light as a feather, stiff as a board” (Tüy gibi hafif, tahta gibi katı). Eski devirlerden kalma bu sihirli sözlerle beraber kızın bedeni havada süzülürcesine yerden kalkar. Bir evin loş salonundayız. Sağda solda bir sürü mum, kanepeye saçılı patlamış mısır… “Site of Passage” motifleri ve setiyle ilk andan itibaren, genç cadılara yer veren ergen filmlerini ve 80 ve 90’lı yıllara ait, pijama partisinin kâbusa dönüştüğü korku filmlerini çağrıştırıyor. Lucy Kerr “Çarpan Dalgalar”da (FID 2021) kamerayı ters tarafa çevirip janr sinemasına ait görüntüleri mercek altına almıştı, bu filmdeyse sadeleştirme yolunu tutmuş. Seti her türlü korkutucu unsurdan arındırıp bunların görünmez izlerine yer vermekle yetinmiş, kısa ve ölçülü bir imadan öteye geçmemiş. Dehşete düşüren hikâyeler yok burada. Onun yerine altı melek yüzlü ergen kızın bir dizi esrarengiz hareketi var. Tuhaf bir tekinsizlik hissi hiç azalmasa da kızların oynamaya koyuldukları oyunların mülayimliği, fantezide kalan dehşeti dengeliyor. Minimalist ses işlem uygulaması, genç kızlar hareket ettikçe duyulan parke gıcırtılarına hiç kesilmeyen bir fon gürültüsünü ekliyor. Sinemacılık cihazlarından gelen bu ses, odanın ortasında hayaletvari bir mevcudiyete bürünüyor. Son bir sahnede toplu bir denge oyunu oynayan kızlar yere çöküp birbirlerine destek olarak yeniden kalkıyorlar. Lucy Kerr zamanda asılı kalmış koreografik bir çeşitleme sunuyor, ergen kızların kardeşliğini ritüelleşmiş bir beraberlik suretinde yansıtıyor. Nitekim son sahnedeki iç içe geçmiş vücutların balesinde pastel renkler birbirine karışıyor, bu ergenliğe geçiş mekânında bedenler bir olmuş görüntüsü veriyor. (Louise Martin Papasian)
FLAŞ YARIŞMASI